Sinemada sakatlık temsili

Sakat Muhabbet
-
Aa
+
a
a
a

Açık Radyo programcısı ve Mithat Alam Film Merkezi’nin eski müdiresi ve film yapımcısı Zeynep Ünal’ı konuk ettik.

Fotoğraf: Donald Tong
Fotoğraf: Donald Tong
Sinemada sakatlık temsili
 

Sinemada sakatlık temsili

podcast servisi: iTunes / RSS

Alper Tolga Akkuş: Merhaba. Açık Radyo 95.0’a, Sağlamcı zihniyetin kör topal muhalifi Sakat Muhabbet’e hoş geldiniz. Ben Alper Tolga Akkuş. Program ile ilgili eleştiri, öneri ve yorumlarınızı [email protected] adresine gönderebilirsiniz. Sakat Muhabbet’te bu hafta Açık Radyo dinleyicilerinin, Açık Radyocuların aşina olduğu bir ismi, eski programcımızı ağırlıyoruz. Sevgili Zeynep Ünal konuğumuz. Zeynep Hanım hoş geldiniz. Nasılsınız, iyi misiniz?

Zeynep Ünal: Hoş bulduk, iyiyim. Açık Radyo'da olmak her zaman insana kendini çok iyi hissettiriyor. Çok teşekkür ederim davetiniz için.

Alper Tolga Akkuş: Siz dört sene önce bir dönem sanıyorum, yine sinema üzerine Aşkımızın Üzerine Yağmur Yağıyor programını hazırlayıp sunmuştunuz. Nasıl bir deneyimdi o? Bir geçmişe gidelim isterseniz. 

Zeynep Ünal: Yani çok eğlenceli bir programdı. Biz çok eğleniyorduk. Çünkü böyle sinemanın, yani filmleri konuşuyorduk sinemacılarla. Ama kendi ürettikleri değil, başka filmler üzerine konuşuyorduk. Biraz magazin programı gibiydi. Açık Radyo’ya uygun bir magazin programı. Onun için çok eğlenceliydi bence. Özlüyorum açıkçası.

Alper Tolga Akkuş: Cüneyt Cebenoyan’ın programını da Erguvani İstimbot’u da biraz andırıyordu. Cüneyt Cebenoyan’ı da bir daha analım buradan. Ben tanışmadım kendisiyle ama hep izlerdim sosyal medyadan, hep dinlerdim. O da çok büyük emek verdi Açık Radyo’ya. Onun da adını geçirmiş olalım. Bugün de sinema üzerine konuşacağız çünkü. Sinemada sakatlık temsiliyetini, sakat sinemayı konuşacağız. Tabii benim bu konuda çok fazla derdim de var. Bu konuda programlar da yapmak istiyorum. Sizinle paylaşmıştım konuları. Bugün vaktimiz yeterse; iki Yeşilçam filmi, ardına bir ABD dizisi, en sonda yine bir Türkiye sinemasından bir örnekle kapatacağız programı. Size de göndermiştim. Çok sevilen bir filmden, bir Türkiye sineması baş yapıtından kısa bir sahne, bir dakikalık. Onu bir dinleyelim, üzerine konuşalım.

Selvi Boylum Al Yazmalım - İstanbullu İlyas: Demedim mi sana arkadaş gelecek diye? Selam al yazmalım. 

Selvi Boylum Al Yazmalım - Asya: Bir daha beni arama. Bunu söylemeye geldim.

Selvi Boylum Al Yazmalım - İstanbullu İlyas: Niye? 

Selvi Boylum Al Yazmalım - Asya: Yakında evleniyorum.

Selvi Boylum Al Yazmalım - İstanbullu İlyas: Ee, bu kadar güzel kızı bize verecek değillerdi ya arkadaş. Evlenmesen olmaz mı? Seviyor musun nişanlını?  

Selvi Boylum Al Yazmalım - Asya: Tanımıyorum ki.

Selvi Boylum Al Yazmalım - İstanbullu İlyas: Tanımıyor musun? Asya, Asya, Dur. Ya ihtiyarsa. Eeee kiii koonsa. Topal da olabilir.

Selvi Boylum Al Yazmalım - Asya: Hah hah ha.

Selvi Boylum Al Yazmalım - İstanbullu İlyas: Ah, ah.

Selvi Boylum Al Yazmalım - Asya: Hah hah. 

Selvi Boylum Al Yazmalım - İstanbullu İlyas: Belki de iki gözü de kördür. Seni bile bulamaz.

 Alper Tolga Akkuş: Evet, Filmi tabii ki anımsadı dinleyenler Selvi Boylum Al Yazmalım, Yönetmen Atıf Yılmaz, Ali Özgentürk senaryosunu yazdı. Cengiz Aytmatov'un Elveda Gün Sarı romanından uyarlanan film. Ve bu filmde sakatlıkla ilgili ne var diye düşünenler olabilirdi bu kaydı dinlemeden önce. Ama dinlediniz. İşte İstanbullu İlyas, Asya’ya görücü geldiği zaman ona, “Ya seni görmeye gelen insan sakatsa, körse" deyip taklidini yapıyor. Bu aslında en masum örnek Zeynep Hanım. Yani ben tabi… Tabi bunu dinleyen, izleyenler Yeşilçam'da 60’lı 70’li yıllarda… Ne bileyim işte, “Araba çarptı kör kaldım, damdan düştüm gözüm açıldı” gibi böyle sakatlığı, ne bileyim karikatürize etmek mi diyeyim. Böyle çok fazla örnek var ve bence… Benim programımın amacı da zaten sakatlık algısını iyileştirmek. Ve bence de bunu bu hale getiren müsebbiplerin en başında da Yeşilçam geliyor. Biraz iddialı olabilir, benim kendi görüşüm bu. Sizde bir film yapımcısısınız. Sizin gözünüzden sinema bakışınızdan bu tür Yeşilçam özelinde bu tür filmlere nasıl bakarsınız? Sizce benim tespitim doğru mu? Sizin görüşünüz nedir?

 Zeynep Ünal: Alper Hocam sizin de belirttiğiniz gibi Selvi Boylum Al Yazmalım gerçekten çok masum bir örnek Yeşilçam için. Neredeyse bir dönemini, bütün bu dramayı Yeşilçam bu görme kaybı üzerinden kurmuş. En çok işte dediğim gibi körlük kullanılmış. Karakterin işte dediğiniz gibi yaşadığı şokla, işte trafik kazası sonucu ya da doğuştan gözleri görmez olur ve yaşadığı bu durumu film boyunca bir trajedi olarak biz izleriz, perdeye yansır. Filmin sonunda karakterin gözlerinin açılmasıyla da trajedi sonlanır. İşte aklıma gelen Memduh Ün’ün Üç Arkadaş’ı vardır. Çok güzel bir filmdir aslında. Yine biraz masumlardan sayabiliriz. Genel olarak böyle sinemada engelli karakterlere bakıldığında bu karakterlerin belirli prototiplere hapsedildiğini görüyoruz aslında. İşte yardıma muhtaç, mağdur ya da insan üstü kişiler olarak izliyoruz. Bu Yeşilçam'dan da bağımsız aslında. Hatta şu anda da böyle izliyoruz. Hatta dünya sinemasında da bu böyle. Engelliliğin başa gelen bir ceza, engelliliğinin sonlanmasını da bir ödül olarak yansıtıyor bize sinema. Bunu söyleyebilirim. Tabii sinema başka hiçbir sanat aracının başaramadığı bir şeyi başaran bir araç. Filmler günlük yaşamda belki hiç karşılığı olmayan deneyim ve olayları aktarma gücüne sahip. Yani bir film yıllar boyunca sürmüş bir savaşı birkaç saat içinde bizlere anlatabiliyor ya da bir ömür boyu edinilen bir deneyimi anlatabiliyor. İster kurmaca ister kurmaca dışı olsun, filmler kitlelere ulaşabilen çok önemli bir araç bir anlamda da. Bu noktada maalesef engellilik konusunda engellenmiş kişilerin aktarımı, sinemaya aktarımı konusunda iyi örnekler dünya sinemasında da işte bizim sinemamızda da maalesef çok az karşımıza çıkıyor.

 Alper Tolga Akkuş: Yeşilçam'dan örnek vereyim: Sakat kalan, topal kalan, yani film kahramanları. Mesela bir kadına aşıksa ya da sakat bir kadın, erkeğe âşık olmuşsa hemen “Artık beni istemez” der, intihar eder. Böyle bir sürü örnek var. Bu da hem sakat bireylerin kendi travmalarını depreştiren bir şey benim açımdan bakınca. Hem de sakat olmayan insanlara işte artık siz artık toplum dışındasınız vurgusunu veriyor. Buna da ikinci bir örnek vereyim. Çok örnek var tabi. Ben bir liste yaptım sizinle program yapmadan önce. Orada belki 40-50 film oldu. Mesela bunun tabi en prototip filmi Arabesk, Ertem Eğilmez'in son filmi. Hatta tamamlayamadığı ve sonra tamamlanan film Arabesk. O da aslında Yeşilçam’ın parodisi. O parodide de Ertem Eğilmzez, sağ olsun onu da vermiş. Orada da pek çok sahnede bu, “Sakatlandım, artık iyileştim”, durumu parodi halinde var. Bu da çok güzel aslında yansıtıyor bu durumu.

 Zeynep Ünal: Evet, doğru. Yani sadece Arabesk değil tabi. Ya da şöyle işte sakatlanan kişi ya da işte görme duyusunu kaybeden, konuşma duyusunu kaybeden ya da tekerlekli sandalyeye muhtaç olan kişinin kendini kötü hissetmesinden öte âşık olduğu kadının da ona başka bir duyguyla bakması da burada bence gayet karikatürize edilmiş bir durum. Yani işte o zavallı, acınası, böyle bir büyük bir merhamet duygusuyla yaklaşan bir kadın, o karaktere. Ve o ne bileyim anaç tavrıyla. Bu klişenin karşısındaki klişede aslında gayet üzücü bir karakter ortaya koyuyor. Anlatabildim mi bilmiyorum. Karşı kişilerde aslında ona acıma hissiyle yaklaşan bir tek tipleşmiş bir karakter yaratıyor.

 Alper Tolga Akkuş: Dediğiniz çok doğru. Bir de 60'lı yıllarda televizyon da yok. Yani Türkiye izleyicisi tüm o kendi algısını sinemadan karşılıyor diyebiliriz bir bakıma. İşte orada mesela dediğiniz çok doğru. Bugün bile var yani. Mesela sakat bir erkek ya da sakat bir kadınla evlenen, sakat olmayan insanlara hep şey deniyor: “Bu niye bununla evlendi.” Yani ikisi arası duygusal bir bağ olamazmış gibi. Mutlaka merhamet vardır, başka bir çıkar ilişkisi vardır gibi bir algı hala o kadar yaygın ki, bunun üzerine gidemiyoruz. Tabii sinema tek başına suçlu demiyorum. Ama bu çok büyük bir şeyi. Tabii bu arada Açık Radyo’dan olduğunuz için biliyorsunuz.

Bizim programımızın nasıl denk geldiğini de paylaşalım. 7 Ocak tarihinde siz ve Tufan Taştan, Sen Ben Lenin filmi için Mersin'e gelmiştiniz. Kültürhane’de gösterimi olmuştu. Tufan Taştan yönetmeni, siz de yapımcılarından birisiniz o filmin. O filmden sonrada biz bir yere gittik işte o sohbet etmeye, konuşmaya. Orada da 8 Ocak günü de bir derbi maçı vardı. Fenerbahçe-Galatasaray maçı. Siz Fenerbahçeli ben Galatasaraylı olarak iddialaştık sizinle. Sonrasında Onun Aytaç bunu önerdi bize ve böyle konuk oldunuz. Aslında iddiada şöyle bir şey vardı. Kim kazanırsa kendi marşını dinletsindi. Açık Radyo dinleyenlerin çoğu futbolla çok ilgili değillerdir diye tahmin ediyorum. O yüzden onlara da eziyet olmasın. Onu ben değiştirmek istedim. Hangi müziği dinleyelim, hangisini dinleyelim istersiniz diye sorayım size şimdi. Ne dinleyelim?

 Zeynep Ünal: Galatasaray'ı da tebrik ediyorum bu arada. Tanışmamıza vesile olan bizim filmimizin, yani Sen Ben Lenin’in kapanış şarkısını dinletelim istedim Açık Radyo dinleyicilerine. Barış Diri’nin Edip Canseverr’in Mendilimde Kan Sesleri şiirinden bestelediği bir şarkı: Ahmet Abi. Seyyal Taner yorumladı.

 Alper Tolga Akkuş: Sakatlık temsiliyetlerine dair konuşmaya devam ediyoruz. Bir de güzel bir örnek. Benim hoşuma giden bir örnek, Breaking Bad dizisi. Orada Walter White'ın oğlu Walter White Junior karakteri vardı. Ben o diziyi izlerken hep hoşuma giderdi. Çünkü orada oğlu sakat CP'li (Serebral Patsy) bir genç. Ama onun öyle olmasının filmde artı bir şeyi yok. Yani bir ailede sakatlığı bulunan biri olabilir. O da sakat biri gibi verilmişti. Çok hoşuma giden bir şeydi bu. Ben bu arada notlarıma da bakayım. Çünkü merak ettim ben. Çok hoşuma gitmişti o çocuğun oyunculuğu. Sonra da “ben bu oyuncuyu daha sonra hiçbir yerde görmedim, niye görmedim?” diye merak ettim, inceledim. Canlandıran kişi bu karakteri ve gerçekten de CP’li imiş, bunu öğrendim. Bu yüzden de belki görmemişizdir ama onun CP’si daha hafif bir CP imiş. Bu çok güzel bir örnek geliyor bana. Yani çünkü sinemada, çoğu filmde sakat kimseyi görmüyoruz. Ama dünyanın yüzde 15'inin sakat olduğuna dair bir veri de var. 1 milyardan fazla ya da o civara yakın bir insan engelli ama sinema dünyasında sanki yokuz. Gerçi toplumda da sanki yokuz… Bununla ilgili siz yapımcı, sinemacı olarak ne demek istersiniz?

 

Zeynep Ünal: Benim aklıma Coda filmi geliyor. İzlerken zaman zaman sevindiklerinin öfkelendiklerine, küfrettiklerine, kavga ettiklerine tanık oluyoruz izleyici olarak. Onların aciz ya da mağdur olmadıklarını görüyoruz. Sıradan insanlar, sıradan karakterler olduklarına tanık oluyoruz. Bu da filmde başka bir yönüne çekilmemizi sağlıyor bizim. Maalesef yani sinemada sadece engelli karakterler için değil. Yani engelli karakterler evet daha çok temsil edilmeli ama sinema öyle bir şey ki işte daha estetik kaygısı taşıyan bir sanat maalesef. İşte onun gibi çok fazla yaşlı karakteri de görmüyoruz. Ya da çok fazla işte şişman karakter de çok az görüyoruz. Yani hayatın akışı içinde gerçekten işte çok güzel kadınlar, çok yakışıklı, erkekler yok… İşte bu 19. yüzyıldaki o “normal” tanımı içindeki insanların canlandırdığı karakterleri izliyoruz. Ki izleyiciler onlarla bir özdeşleşlik sağlasınlar diye. Oysa işte bu algıyı kırdığı anda Breaking Bad’deki karakter gibi -ya da Coda’yı izlediğimizde- bu algıyı kırdığında o duvarı yıktığında gerçek bir şeyi izlediğimizde ne kadar etkili oluyor sahiden de. Bana bunu düşündürttü açıkçası.

 Alper Tolga Akkuş: Coda, 2021'de Oscar aldı diye hatırlıyorum.

 Zeynep Ünal: Evet. Şimdi en son örneğimize gelelim. Ben sanırım ikinci ya da üçüncü programda Bülent Küçükaslan’ı konuk etmiştim. Sakat Politik konuşmuştuk. Hatta Bülent şey demişti orada: “Ya bazen, bazı sakatlıklar var, sakat değil o insanlar aslında. Yani her şeyi yapıyor ama toplum… sizde dediniz ya şişmandır, işte başkadır, farklıdır ama o dışlanır, o da onun sakatlığını yaşar. Ama sakat yani bir şeyi yapamama durumunda değildir.” Damla Sönmez'in oynadığı Sibel filmi, benim bahsettiğim film. Yönetmenleri Guillaume Giovanetti ve Çağla Zencirci, ki ikisi evliyimiş. Kültürhane Sinema’da izledik geçen hafta Pazartesi günü (23 Ocak 2023). Her hafta izliyoruz filmleri. Orada bir söyleşi de yaptık. Tabi film daha çok işte kadın hareketine, kadın isyanına dair algılanıyor ve doğru da algılanıyor aslında. Ama filmdeki Damla Sönmez'in canlandırdığı Sibel karakteri aslında konuşamayan, sakat bir karakter ama kendi yaşadığı coğrafyada ıslıkla konuşulabiliyor ve ıslık çalabiliyor. Ve herkes onu anlıyor. Aslında sakat değil benim görüşüme göre çünkü konuşabiliyor ama öyle konuşabiliyor. O karakter Çinli biri olsa ve Çince bilen kimse olmasa, Çince’den başka dil bilmediği için sakat sayılmazdı. Bu bana başka bir pencere getirdi. Arkadaşımla tartıştım daha sonrasında. Toplum onu dışlıyor filmde.

 Zeynep Ünal: Hatırladığım kadarıyla ana karakterimiz Sibel'in bu konuşamama durumu köylüler tarafından bir lanet olarak algılandığı için aslında karakter o köy tarafından dışlanıyor. Ve öfkesi kendini ifade edememesine değil, konuşamamasına değil tamamen ötekileştirilmiş olmasına, dışlanmış olmasına dair aslında. Damla Sönmez, Sibel karakterini oynuyor ve müthiş bir performansla oynuyor. Gerçekten çok başarılı. Onu da atlamak istemedim. Yani Sibel'in öfkesinin o kasabanın ona davranış şeklinden, konuşamadığı için davranış şeklinden kaynaklandığını düşünmüştüm ben izlerken.

Alper Tolga Akkuş: Sakat Tarihi konuştuk sizden önceki son iki bölümde Sakat Muhabbet’te. Orada da işte sakat Orta Çağ’da, sara (epilepsi) hastalarının ağzından köpükler çıkarmasının şeytan girdi içine gibi şeyleri var. Bunun belki bir tezahürü. İşte bu günümüze gelen bir hâli belki. Onun bir lanet olarak algılanışı... Köyde bir şey olduğu yok aslında. Onlar bir şekilde bir lanet gelir mi diye kendi kendilerine kuruyor. Bu aslında sakatlarında dışlanmasının yolunu açan bir durum. Çünkü ben hep bu Sakat Muhabbet’te şeyi amaçlıyorum: Bu şifreleri çözersek oraya gidip doğru noktalara doğru hamleleri yaparak iyiye çeviririz. İnşallah bu hayal olmaz. Böyle düşünüyorum.

 Zeynep Ünal: Sinemamızdan güzel iki örneği de sıkıştırmak istiyorum. Biri Hakkı Kurtuluş’la Melik Saraçoğlu'nun kendi sinema serüvenlerini anlattıkları Gözümün Nuru filmi. Orada kendi sinema serüvenlerini anlatıyorlar ama iki yönetmenin de çok ciddi bir görme kaybı var. %50’nin üzerinde ikisinin de bildiğim kadarıyla. Yani biraz böyle kendileriyle dalga geçtikleri… Bir süre sonra onların görme engelli olduklarını unutup ya bu karakterler sinema yapabilecekler mi diye heyecanla takip ettiğimiz bir film. Diğeri de İlksen Başarır’ın Başka Dilde Aşk filmi. Orada da bir süre sonra erkek karakterin duyma engelli olduğunu unutup o aşkın işte, tutkusunu vesairesini izlemeye başlıyoruz. Evet yani belli bir prototipe doğru gidiyor karakter. O da işte kendine kızgın, öfkeli; hayata öfkeli duyma engelli olduğu için. Ama bir süre sonra bence onu biraz yıkmayı başarmış ve bir süre sonra işte bir aşk filmini izlemeye başladığımız bir film haline geliyor. Bence iki güzel örnek, izlemeyen varsa iki filmi de ben naçizane tavsiye etmek istedim dinleyenlere.

Alper Tolga Akkuş: Ben de izledim iki filmi. Bu iki film benim aklıma gelmemişti bu listede. Ama Gözümün Nuru bana hiç sakatlık ile ilgili değilmiş gibi gelmişti izlerken. Orada sinema ve görmek… İkisi çok match (eşit, denk) ya, birbirinden kopmayacak şeyler gibi bir şey vardı. Bu arada o iki yönetmenin de yeni filmi… biz şu anda Cumartesi günü yapıyoruz, 28 Ocak'ta kaydı yapıyoruz.

Zeynep Ünal: Birlikte Öleceğiz; çok şiirsel, aşkı çok güzel anlatan bir film. Onun için bence onu da kaçırmayın. Çok çok sevdiğim. Biraz uzun gelebilir izleyicilere gerçi ama çok şiirseldir.

Alper Tolga Akkuş: Zeynep Ünal konuğumuzdu. Mithat Alam Film Merkezi'nin eski müdüresi, inşallah bu devran ters döner de yine siz de oraya kavuşursunuz diyelim. Sakatlık temsillerini konuştuk sinemada. Şimdi en son ne söylemek istersiniz diyerek son sorumu sormuş olayım yavaş yavaş bitirirken programı.

 Zeynep Ünal: Önce size çok teşekkür ediyorum. Çok tuhaf bir karşılaşma bizi bu programa getirdi. Çok hoş oldu. Çok teşekkür ederim. Ayrıca Açık Radyo'da olmak her zaman çok keyifli, çok mutlu edici. Tüm Açık Radyo ailesine de kocaman sevgilerimi iletiyorum. Size de çok çok teşekkür ederim.

 Alper Tolga Akkuş: Biz teşekkür ederiz. Tabii Açık Radyo’daki herkes hep beraber. Bu kopmayan bir birliktelik. Çok sağ olun konuk olduğunuz için. Sakat Muhabbet’in bu bölüm sonuna geliyoruz. Görüşmek üzere.

 

Programda Gündeme Geliş Sıralarına Göre Adı Geçen Filmler

Selvi Boylum Al Yazmalım (1977) - Atıf Yılmaz

Üç Arkadaş (1958) - Memduh Ün

Arabesk (1989) - Ertem Eğilmez 

Sen Ben Lenin (2021) - Tufan Taştan

 Breaking Bad dizisi (2008 - 2013) - Vince Gilligan

 Coda (2021) - Sian Heder

 Sibel (2018) - Guillaume Giovanetti, Çağla Çağla Zencirci

 Gözümün Nuru (2013) - Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu

 Başka Dilde Aşk (2009) - İlksen Başarır

 Birlikte Öleceğiz (2021) - Hakkı Kurtuluş, Melik Saraçoğlu